hiçbir yere varmayan bir ülkede yaşıyoruz.
ve hiçbir yere varmayacak.
amaçsız ve başıboş insanlar yetiştiren topraklar. şaşırtıcı olan aynı toprakların, bir zamanların, en iyi insan yetiştiren toprakları olması.
acı verici.
her birimiz saçmasapan bir çarkın içinde doğuyor, çocukluğumuzu -bereket ki- olayların farkına varmadan geçiriyor, büyüdükçe içinde yaşadığımız sisteme -farkında olarak veya olmayarak- kahretmeye başlıyor, sonra da ömrümüzü bu kahır içinde yaşarken; her şeyi kabulleniverip, ölüyoruz.
geçen gün habertürk’te enine boyuna isimli bir tv programında “uzayda hayat olup olmadığı” tartışılıyordu. yaşını başını almış insanlar, akademisyenler-profesörler, bir sıra halinde yanyana sandalyelerinde oturmuş, bacak bacak üstüne atmış, “uzayda hayat olup olmadığını” tartışıyorlardı. acaba nasıl karar verecekler, diye düşündüm uzun uzun. işin trajikomik yanı, daha birkaç gün önce nasa tarafından mars’a milyon dolarlık bir araştırma robotunun -curiosity- yollanmış olması…
geçen yıl o robotu taşıyan roketin fırlatılışını izlemiştim. fırlatılma anı değişik noktalara koyulmuş pek çok kamera ile eşzamanlı olarak çekilmiş. kameralardan biri ise oldukça dikkat çekici bir açıda: bir cadde var, üstünde insanlar yürümekte, arkaplanda birkaç kilometre ötede ise roket havalanıyor. öyle bir ülkede yaşadığınızı hayâl edin; siz sokakta yürürken, 150 milyon kilometrelik yola çıkacak bir roket uzaya gönderiliyor. ve bir ülke daha hayâl edin, henüz üzerinden helikopter geçerken bile insanları şaşkın şaşkın havaya bakıyor.
bu durumun en büyük sorumlusu olarak, içinde bulunduğumuz, bizi yetiştiren eğitim sistemini görüyorum. büyük çerçeveye değinmek yersiz. yani bu sistemi ta cumhuriyet kurulurken başımıza musallat eden zihniyetten bahsetmenin bir önemi yok. önemli olan, şu an yaşadıklarımız.
öyle bir sistem düşünün ki, insanlarını yıllar boyu içinde tutup, neredeyse hiçbir şey kazandıramadan mezun ediyor. asla bir “bilim adamı” yetiştiremiyor.
yıllar boyunca en alâkasız derslerle, konularla uğraşıp duruyoruz. manyetizma, limit, türev, integral, dalgalar, organik kimya… üst düzey konular. o konunun uzmanı iseniz ihtiyaç duyacağınız konular. biz bunlarla uğraştırılırken, öyle zannediyorum ki günümüzün gelişmiş ülkelerindeki çocuklar, en temel şeyleri öğreniyorlar. belki çarpım tabloları, dört işlem… bunların yanında, bilime olan ilgilerini artıracak ve merak duygularını güçlendirecek deneyler yapıyorlardır bol bol. okulda geçirdikleri kısa zamandan artan koskoca zamanlarında ise, kitaplar okuyup entellektüel olarak gelişiyor ve ufuklarını genişletiyor, müzik dinleyip enerji ve duygu depoluyor, yüzüp, basketbol oynayıp, bisiklet sürüp sağlıklı ve mutlu bireyler olarak yetişiyorlardır. bizim ileri matematik, fizik, kimya vs. öğrendiğimiz zamanlarda, tamamen üniversite sınavı denen bir saçmalığa hazırlık olsun dite geçirdiğimiz yıllarda, onlar kafalarını açıyorlardır.
sonra…
başbakanımız gururla söylüyordu, onun her söyleyişinde salak yerine koyulduğum için benim gururum inciniyordu: her ile bir üniversite…
en kallavi üniversiteleri dahi bir bilim adamı yetiştiremeyen bir ülkede, her ile, bir üniversite.
ve üniversite mezunu olmanın insana bilimsel anlamda hiçbir şey kazandıramadığı bir ülke. örneğin fizik bölümünden mezun olunca, dünyada fizik bilimine en ufak bir katkı bile sağlayamayacak insanların yetiştiği bir ülke.
profesör olmak için saçma sapan birkaç yayın yapmanın yeterli olduğu, üniversitedeki konumların bile torpillerle belirlendiği bir ülke.
türkiyenin en iyi üniversitelerinde yetişmiş ve bilgisayar mühendisi, elektronik mühendisi vs. olmuş onlarca arkadaşım var. ama ne yazık ki, hiçbiri ortaya yeni bir teknoloji koyabilecek ya da var olanı geliştirebilecek konumda değiller. çünkü ülkemizdeki eğitim, bunu sağlayacak yapıda değil. bazen içlerinden bir kısmı, tüm bu eğitim garabetinin içinden geçtiği halde halâ dumura uğramamış kadar zeki olan ufak bir kısmı, ülkemizden kopup gidiyor, abd’de ya da başka bir gelişmiş ülkede gerçek bilimin ne olduğuyla tanışıyor ve bilim adamı olma sıfatına hakitaten sahip olabiliyor.
onların mühendisleri bir cihazı, bir teknolojiyi üretiyor; bizim mühendislerimiz ise üniversite çağlarında ancak o cihazları kullanabilecek insanlar olarak yetiştiriliyor…
kalıplaşmış müfredatlar… görev bilinci ve haklı bir maaş endişesiyle bu müfredatı harfiyen uygulamaya çalışan ögretmenler… bu rezil sistemin içinde yatişen öğrenciler. içler acısı bir durum. ve sonuç olarak 70 milyonluk, ama kendi şartlarında bir bilim insanı yetiştirmesi mümkün olmayan bir ülke. hatta yetiştirmeyi bir kenara koyun, var olan potansiyeli dahi yerle bir eden bir ülke.
akademisyenleri bir şey üretmeyen, sırf isminin önündeki yrd. doç. unvanıni doç.’a çevirebilmek için yayın çıkaran insanlar. bilme katkıları sıfıra yakın yayınlar…
onların matematik bölümünde curiosity ile haberleşecek uydu için, yörüngede oturan uydunun çalışmasında gerekli formülleri ortaya çıkaran akademisyenler, bizim matematik bölümünde müfredat okutup sınav soruları hazırlayan, ay sonundaki maaşını hesaplayan insanlar. ders saatini doldurmaya çalışan, falan…
kafamda daha milyon tane şey var, yazamıyorum bir türlü.
ileride bir çocuğum olacaksa eğer, bu rezil sistemin içine düşmemesi için ne gerekiyorsa yapacağım. bomboş yetişmemesi için… sadece isimden ibaret olan bir mesleğe sahip olmaması için… geleceğimle ilgili en büyük emellerimden biri de budur.