lise yıllarımda, ankara’daki evimizin kütüphanesinde bir kitap duruyordu: afrikalı leo.
yıllar boyu karşılıklı bakıştık durduk kendisiyle.
hem ismini çokça duyduğum yazarın kitap üzerine basılı adı, hem de kitabın üstündeki altın rengi kumun görüntüsü kazınmıştı zihnimde bir yerlere. öyle yarım ve küskün kalakalmıştı.
bir gün o kitap kayboldu gitti.
sonrasında yeniden sipariş ettim, bu sefer bekletmedim.
o dönemlerde güzel sarı tuna’yı okumuştum. bu kitabın ilerleyiş biçiminin güzel sarı tuna’ya benziyor. ama içindekiler bambaşka… buradakiler sadece macera değil. bence, onurlu ve duygulu bir macera.
afrikalı leo ilk olarak fransızca yazılmış. aldığım kitap ise sevim raşa çevirisi. sanırım amin maalouf’a içimde duyduğum saygıdan bir parçayı da, kendisine armağan etmeliyim.
ben, kendi tarihine eksik büyütülmüş bir neslin çocuğu olarak, tarihimden pek çok parçayı bu kitaptan öğrendim.
granada’nın nasıl islam egemenliğinden koparıldığını, en canlı sahnelere sahip bir filmde bile göremeyeceğim bir gerçeklikte, bu kitabın sayfalarında gördüm.
granada… ispanya’nın bir kenti. bu şehrin futbol takımı ispanya’nın 1. liginde. en çok bu yönüyle tanınıyordur belki de ülkemizde. ne acınası… bir zamanlar iber yarımadasına kadar uzanan varlığımız yok edilmiş, anıları bile silinmiş. granada’yı duyunca kimsenin içi sızlamıyor artık. kastilya’nın neresi olduğu ve kastilyalıların kimler konusunda da kimsenin fikri dahi yok. el hamra sarayı’nı duyduk belki, ama pek çoğumuzda o da eksik bir bulmaca.
tarih bilgileriyle burayı doldurup bu yazıyı boğmayacağım. bunu yaparsam kitabın onurlu anısına saygısızlık etmiş olurum. çünkü kitap, kesinlikle tarihsel bir eleştiri/anlatım değil; baştan ayağa hislerinize seslenen, ilk sayfadan son sayfaya maceralarda sürükleyen eşsiz bir roman.
ama bu sürüklenme içinde ne bulacağınızdan bahsedebilirim: öncelikle tabii ki granada’yı bulacaksınız. sonra fas’ı, ardından kahire’yi ve nihayet roma’yı bulacaksınız. savaşı, vebayı, yavuz selim’i, memlük’ü, ridaniye’yi, mercidabık’ı, V. karl’ı ve papalığı tanıyacaksınız. belki hepsini hakkıyla değil, bunu ancak Allah bilebilir.
pek çok yeni şey öğreneceksiniz. ama öğrendiklerinizin en önemlisi, hayata ve tarihe yepyeni bir bakış olacak.
kitabın etkileyici anlatımı içerisinden, benim duygularıma hitap etmiş birkaç cümlesini alıntılayayım, ama; bütünlük algısı değişik ve anlaşılması güç bir duygu. aslında bu cümlelerden çok kitabın bütününü baştan sona dikkat ve keyifle okumanızı dilerim.
***
“Ben, Hasan, tartıcıbaşı Muhammed’in oğlu, ben, Giovanni Leone de Medici; bir berberin sünnet ettiği, bir papanın vaftiz ettiği ben. Şimdi Afrikalı diye anılıyorum, ama Afrikalı değilim, Avrupalı da Arabistanlı da değilim. Bana Granadalı, Faslı, Zeyyatlı da derler ama ben hiçbir ülkeden, kentten ya da boydan değilim. Yolların oğluyum ben, ülkem kervan, yaşamımsa yolculukların en beklenmedik olanı.”
“Bir insan ister altın, ister akıl yönünden varsıl olsun, bunlardan yoksun olanlarla konuşurken çok dikkatli olmalıdır.”
“… Aklım başka şeylere kaymasın diye adımlarımı sayarak koştum, Hâlî’nin evine dek.”
“… Karşı çıkmayı usumdan geçirmedim. Ben de tıpkı, isteklerinin yöneldiği kişiden geceler boyu birkaç adım uzakta uyumak zorunda kalan bir âşık gibiydim.”
“Öyle yalanlar var ki onlardan ağızdan çok kulaklar sorumludur.”
“İnsanlar, yabansı bir alışkanlıkla, kendilerini korkutan hayvanların adını alırlar, kendilerine bağlı hayvanların adlarını hiç almazlar. İnsanlar kendilerine kurt denmesinden hoşlanırlar da köpek denmesinden hoşlanmazlar.”
“Erdem eğer bazı kabahatlerle yumuşatılmazsa sağlıksız, inanç kimi kuşkularla gölgelenmezse acımasız olur.”
***